ÇAPA İLKOKULU
4.D SINIFI

ADIM ADIM TÜRKİYE ÖZET

 
AKRABALIK    Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olma durumuna akrabalık denir.
 
GELENEK     Bir toplumda, bir toplulukta saygın tutulup ku­şaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan alış­kanlıklar, bilgi, töre ve davranışlara gelenek denir.
 
FOLKLOR Belli bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, geleneklerini, törelerini, inanışlarını, müziğini, oyunlarını, türkülerini, vb. inceleyen bilime folklor denir.
 
KÜLTÜR Bir toplulukta süregelen gelenek, yaşayış, düşünce, sanat varlıklarının tümüne birden ltür denir.
 
İLKETemel düşünce, temel inanca ilke denir.
 
İNKILÂP Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik ve iyileştirmeye inkılâp denir.
 
DEĞER: Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü birimine değer denir.
 
KÜLTÜREL ÖĞE: Kültürle ilgili nesnelere kültürel öğe denir.
 
KÜLTÜREL FARKLILIK: Kültürel öğelerin zamana ve çeşitli toplumlara göre gösterdiği farklılıkların tümüne ltürel farklılık denir.
 
Yemek Kültürümüz:
 
Adana kebap ve çeşitleri ile Gaziantep baklavaları, Kahramanmaraş dondurmaları, Bitlis-Siirt büryan kebabı ile, Karadeniz Kıyıları hamsi yemekleri ile, Erzurum cağ kebabı ile, Hatay içli köftesi ve künefesi, Mersin tantunisi, Afyon kaymağı ile ünlüdür.
 
Hayvancılıkla uğraşılan Doğu Anadolu’da daha çok et yemekleri yapılırken, sebzenin bol yetiştiği Ege ve Akdeniz’de sebze yemekleri, balıkçılığın yaygın olduğu Karadeniz’de ise balık yemekleri yaygındır
 
ATATÜRK İNKILÂPLARI
 
Türk İnkılâbı, Mustafa Kemal'in ülkemizi çağdaş ülkeler seviyesine çıkartmak için planladığı ve uygulamaya koyduğu yeniliklerdir.
 
Siyasal alanda, toplumsal alanda, hukuk alanında, eğitim ve kültür alanında, ekonomi alanında yapılan yenilikler Yeni Türk Devleti’nin inşası için yapılan yeniliklerdir.
 
SİYASİ ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR
 
Ülkenin yönetimi, egemenliğin kullanılması gibi alanlarda yapılan inkılâplardır.            
 
Mustafa Kemal, milletimiz için en güzel yö­netim biçimi olan cumhuriyeti ilan etmek isti­yordu. Gittiği her yerde, yönetim biçiminin mil­lî egemenliğe dayanması gerektiğini açıklıyor, halkı aydınlatıyordu.
 
23 Nisan 1920'de açılan birinci TBMM Kurtu­luş Savaşı'nı yönetmiş, tarihî görevini tamam­lamıştı. Tartışmalar içinde geçen toplantı sonu­cunda, meclisin yenilenmesine karar verildi. Seçimler yapıldı, ikinci TBMM çalışmalarına başladıktan kısa bir süre sonra Lozan Barış Antlaşması'nı onayladı. Ankara'nın başkent ol­masını kabul etti (13 Ekim 1923).
 
Bu arada, devletin adını koymak için çalış­malar başladı. Mustafa Kemal, 28 Ekim 1923'te Çankaya'da arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda "Arkadaşlar yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz." dedi. O gece bir kanun tasarısı ha­zırlandı. Bu tasarı ertesi gün TBMM'de kabul edildi. Milletvekillerinin "Yaşasın cumhuriyet!" sesleri ve alkışları ile cumhuriyet ilan edildi (29 Ekim 1923). Aynı gün, TBMM oy birliği ile Musta­fa Kemal Paşayı cumhurbaşkanı seçti. Cumhuriyetin ilanı, bütün yurtta büyük bir sevinçle karşılandı.
 
AYRINTILAR
 
1) T.B.M.M’nin açılması (23 Nisan 1920)
 
Kurtuluş Savaşı günlerinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni Türk devletinin habercisiydi. Böylece egemenlik hakkı padişahtan millete geçmiş oluyordu.
 
2) Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
 
23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturur.
 
TBMM, 1921 yılında hazırladığı ilk anayasada "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur." maddesiyle Türk ulusunu devlet yönetiminde söz sahibi yapmıştır.
 
1 Kasım 1922'de TBMM saltanatı kaldırarak ulus egemenliğini perçinlemiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla hem padişahlık hem de Osmanlı Devleti ortadan kalkmış oldu. Egemenliğin millete ait olduğu kesinleşmiş oldu.
 
3) Cumhuriyetin İlânı (29 Ekim 1923)
 
TBMM'nin açılmasından ve saltanatın kaldırılmasından sonra yönetim halka geçmiştir. Milletin, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi olan cumhuriyet Atatürk'e göre en iyi yönetim şekliydi.
 
29 Ekim 1 923'te Cumhuriyet ilan edilerek Mustafa Kemal de Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
 
4) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
 
Osmanlı Devleti zamanında halifelik ve padişahlık birlikte görev yürütüyordu. TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırarak, saltanatlıkla halifeliği birbirinden ayırmış, halife olarak Abdülmecit'i seçmişti. Abdülmecit cumhuriyete gizliden gizliye karşı çıkıyordu. Ayrıca cumhuriyet yönetiminde devlet yapısının laik olması için halifeliğin kaldırılması gerekiyordu. Çünkü ülkede hem din başkanlığı hem de devlet başkanlığı olması yönetimde ikilik yaratıyordu. TBMM, 3 Mart 1924'te çıkardığı bir yasa ile halifeliği kaldırdı. Böylece devlet çağdaş ve laik bir yapıya kavuşmuş oldu. Cumhuriyetin temelleri sağlamlaştırıldı ve inkılâpların yapılması kolaylaştı.
 
5) Siyasi partilerin Kurulması
 
Atatürk, demokrasi ve cumhuriyetin bir gereği olarak farklı görüşlerin ve düşüncelerin yönetimde yer almasını istiyordu.Bunun için ise çok partili hayata geçmek gerekiyordu.Atatürk girişimleri ile açılan siyasi partilerin cumhuriyet ve inkılap karşıtlarının eline geçmesi ile açılan partiler kapatılmak zorunda kalmıştır.
 
HUKUK ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR
 
Hukuk Alanında İnkılâp
 
Toplum hayatının düzenli olabilmesi için, in­sanların uymak zorunda oldukları bazı kurallar vardır. Bu kurallara hukuk kuralları denir. Osmanlı Devleti zamanında hukuk kuralları çağa uygun değildi, hem çok karmaşık hem de dine dayalı idi.Mustafa Kemal herkesin eşit olduğu, herkes için aynı olan kuralların olmasını istiyordu.Bunun için çağdaş hukuk kuralları uygulanması gerekiyordu ve hukuk alanında yeniliklere gidildi. Kanunlar, TBMM tarafından çıkarılır. Kanun­ları değiştirmek veya günün değişen şartlarına göre yeni kanunlar hazırlayıp yürürlüğe koy­mak TBMM'nin görevidir.
 
Anayasanın (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) Kabulü
 
TBMM'nin açılmasından sonra egemenlik millete geçmişti. Bunun düzenli bir şekilde yürütülmesi için anayasa hazırlık çalışmaları başlatıldı. Anayasa, devletin yönetim biçimini belirleyen yasama, yürütme ve yargı ile ilgili düzenlemeleri sağlayan temel yasadır. Anayasa, bir devletin yönetim şeklini belirler. Devlet idaresinde yasama, yargı ve yürütme güçlerinin nasıl kullanılacağını da gösterir.
 
Anayasada devletin vatandaşa, vatandaşın da devlete karşı olan sorumluluklarının nasıl yerine getirileceği açıklanır. Çıkacak olan hiçbir kanun, anayasaya aykırı olamaz.
 
TBMM, yeni kurulan Türk devletinin ilk ana­yasasını hazırlayarak, 20 Ocak 1921 tarihinde kabul etti.
 
29 Ekim 1923 yılında anayasa'nın birinci maddesi; "Türkiye Devleti bir cumhuriyettir." şeklinde değiştirildi. 1921 Anayasası, 1924 yılı­na kadar yürürlükte kaldı. Teşkilat-ı Esasiye adı ile kabul edilen ilk anayasanın eksiklikler içermesi nedeni ile 1924 yılında yeni bir anayasa yapılmıştır.
 
Hazırlanan ilk anayasa, 20 Ocak 192Tde Teşkilatı Esasiye Kanunu adıyla TBMM'de kabul edildi.
 
1921 Anayasa'sının en önemli maddelerinden bazılarışunlardır:
 
1.     Egemenlik kayıtsız ve şartsız Türk ulusunundur.
 
2.   Kanunları yapma ve yürütme yetkisi TBMM'ye aittir.
 
3.   Türk devleti, TBMM tarafından idare edilir.
 
 
Türk Medenî Kanunu ve Türk Ceza Kanunu
 
Toplum yaşamında evlenme, boşanma, miras gibi konuları düzenleyen yasalara Medeni Kanun denir. Cumhuriyetten önceki dönemde medenî kanunumuz çağın ihtiyaçlarına cevap ver­miyordu. Kadın ve erkek, kanunlar karşısında eşit haklara sahip değildi. Boşanma hakkı er­keğe aitti. Mahkemeler çok karışık ve yargıla­ma usulleri de yeterli değildi. Türk toplumu­nun hukuk sisteminde köklü bir değişikliğin yapılması gerekiyordu.
 
Atatürk bu alandaki eksikliği görmüştü. Bir medenî kanun hazırlanması için komisyon ku­rulmasını istedi. Kurulan komisyon dünyadaki bütün medenî kanunları inceledi. İsviçre Me­denî Kanunu, Türk toplumunun yapısına uy­gun hâle getirildi. Yeni Türk Medenî Kanunu 4 Ekim 1926'da TBMM'de kabul edilerek yü­rürlüğe girdi.
 
Türk Medenî Kanunu, aile hayatını yeni­den düzenledi. Kadın-erkek eşitliği, mirastan pay alma, resmî nikâh ve tek kadınla evlen­me gibi kurallar düzenlendi. Böylece Türk ailesi demokratik, çağdaş bir yapıya kavuş­turuldu. Daha sonra Türk kadınına siyasî hak­lar da verildi. 1930'da belediye seçimlerine katılma, 1934'te de milletvekili seçme ve se­çilme hakkı verilmiştir.
 
Medenî Kanun'dan sonra, devlet ve top­lum hayatını düzenleyen diğer kanunlar ele alındı. Türk Ticaret Kanunu, Türk Ceza Kanu­nu yeniden hazırlanıp uygulamaya konuldu. 17 Şubat 1926'da kabul edilen Türk Ceza Ka­nunu ile bağımsız mahkemeler kuruldu. Ada­let işleri, hukuk eğitimi görmüş yargıç ve sav­cılara bırakıldı.
 
Sonuç olarak; Yeni Türk devletinde hukuk, adliye, toplumsal alanlarda köklü bir değişiklik gerekiyordu. 4 Ekim 1926'da Medeni Kanun kabul edildi.
 
Türk Medeni Kanunu resmî nikâhı, aile içinde kişilerin eşitliğini, çocukların himayesini, mülkiyet hakkını ve miras adaleti eşitliğini sağlamıştır.
 
Medeni kanunla kadın erkek eşitliği sağlanmıştır.
 
 
Eğitim ve Kültür Alanında İnkılâp                                                                                                                                                                     Millî Eğitim
 
Eğitim, bireylerin, toplumların ve devletle­rin yaşamını sürdürmesinde büyük bir öneme sahip olduğu için, ilkel toplumlardan günü­müze kadar insanlar, eğitime çok önem ver­mişlerdir. Eğitim, insanın doğumuyla başlar, ölümüne kadar devam eder.
 
Millî eğitim sistemimiz, çocuklara ve genç­lere, millî kültürümüzü koruma, geliştirme bi­lincini kazandırır. Vatanını ve milletini sevme­yi, millet çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı öğretir.
 
 
Millî eğitimin amaçlarından biri de cehaleti ortadan kaldırmaktır. Çünkü cehalet ve bilgi­sizlik, karanlıkta yaşamaktır. Cehalet yok edil­mezse, bütünlüğümüze yönelen tehlikelerden kurtulmak için yeterli bilince sahip olamayız.
 
Millî eğitime büyük önem veren devleti­miz, ilköğretimi kadın ve erkek, bütün vatan­daşlara zorunlu kılmıştır. Anayasamıza "Kim­se, eğitim ve öğretim hakkından yoksun bı­rakılamaz." diye bir madde konmuştur. Bu maddeyle, herkesin öğrenim hakkı güvence altına alınmıştır. Öğretim Birliğinin Sağlanması (Tevhid-i Tedrisat kanunu)
 
Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarında eğitim -öğretime büyük önem vermişti. Fakat daha sonra, XIX. yüzyıl sonuna kadar süren iç karı­şıklıklar ve savaşlar yüzünden, Osmanlı Dev­leti eğitim - öğretime gerekli yatırımı yapa­madı. Eğitim programları çağın gereklerine göre geliştirilemedi, Bu yüzden eğitim - öğre­tim geriledi. Osmanlı Devleti'nde eğitim çok değişik kurumlarda yapılıyordu. Çağdaş okulların yanında eski usullere göre eğitim yapan mahalle mektepleri ve medreseler de vardı.
 
Osmanlı Devletinde eğitim-öğretim, med­reselerde yapılıyordu. Ayrıca, devletin kont­rolü dışında eğitim yapan azınlık okulları da vardı. Yine, son dönemdeki yenileşme hare­ketleriyle Avrupa'daki eğitim kurumlarına benzeyen okullar açılmıştı. Bu eğitim kurum­ları birbirinden çok farklı eğitim verdikleri için, farklı bilgiye, kültüre ve davranışa sahip in­sanlar yetişiyordu.
 
Bu durumu çok iyi bilen Mustafa Kemal, eğitimin çağdaş ve millî olmasına çok önem veriyordu. Yeni Türk devleti, her bakımdan bütünleşmiş, millî birlik ve beraberliğe bağlı bir ülke olmalıydı. Bu amaca yönelik olarak, TBMM'de 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğ­retim Birliği Yasası)kabul edildi. Bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı. Öğretimin Yaygınlaştırılması
 
Türk millî eğitiminin amaçlarından biri de, öğretimin yaygınlaştırılmasıdır. Bunun için cum­huriyetin ilk yıllarından itibaren ülke genelinde okul yapımına ve eğitim araçlarının sağlan­masına büyük önem verilmiştir. Bu nedenle bütçemizde, millî eğitime büyük pay ayrılmıştır.
 
Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra bü­yük bir eğitim seferberliği başlatmıştır. Bir ülke­nin gelişmesinin, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasının şartı olarak eğitimi görmüştür. Bu­nun da eğitimin ülke geneline yaygınlaştırıl­ması ile olabileceğine işaret etmiş, "Millî eği­tim ışığının, memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına, özellikle dikkat ediyoruz." demiştir.
 
 
Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)
 
Türkler, bugüne kadar pek çok alfabe kullanmıştır. Türkler, Müslüman olduktan sonra Arap harflerini kullanmaya başladılar. Arap harfleriyle okuma-yazma öğreniyor; ama Türkçe konuşuyorlardı. Arap harfleri Türkçeye uymuyordu. Bu yüzden ve bu alfabe Türk diline uygun olmadığı için okuma-yazma öğrenmek zordu.
 
Atatürk'ün en büyük amacı halkının okuryazar hâle gelmesiydi. Türk diline uygun bir alfabeye ihtiyaç var­dı. Atatürk, halkın daha kolay okuyup yaz­masını sağlayacak alfabenin hazırlanması için bilim adamlarını görevlendirdi. Dolmabahçe Sarayı'nda çeşitli çalışmalar yaptırdı. Yapılan çalışmalar sonucunda Latin alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğu saptandı. Latin alfabesinin harfleriyle yeni Türk alfabesi oluşturuldu. Yeni Türk alfabesi, 1 Kasım 1928 ta­rihinde TBMM'de kabul edildi.
 
Ülkede büyük bir okuma-yazma seferberliği başlatıldı. Atatürk, gittiği her yerde yeni alfabeyi öğretmek için çaba gösterdi. Bu nedenle kendisine Başöğ­retmen unvanı verildi.
 
 
Türk Tarih Kurumu'nun Kuruluşu (12 Nisan 1931)
 
Atatürk, Türk tarihi üzerinde önemle duruyordu. Bu alanda incelemeler ve yayınlar yapmak üzere Türk Tarih Kurumu'nu kurdu.
 
 
Türk Dil Kurumu'nun Kuruluşu (12 Temmuz 1932)
 
Osmanlı Devleti'nde Türk dili Arapça ve Farsça kelimelerden oldukça etkilenmişti. Türk dilinin zenginliğini ortaya çıkarmak isteyen kurul, Atatürk'ün önderliğinde çalışmalara başladı. 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruldu. Kurum, Türk dili üzerinde araştırmalar yaparak Türk dilinin güzelliğini ve zenginliğini ortaya koymuştur.
 
 
Kültür; bir milletin, tarihi boyunca meyda­na getirdiği maddî ve manevî değerlerinin tümüdür.
 
Millî kültürün temelini, millî tarihte aramak gerekir. Yani kültürel mirasımızı kendi tarihimiz­de aramalıyız. Geçmiş kültürümüzün zenginliği bizlere gurur verir. Geleceğe daha güven­le bakmamızı sağlar. Bu nedenle, geçmişimi­ze iyi bakmalı, onu iyi tanımalıyız.
 
Atatürk, çağdaş uygarlık seviyesine çıkma­mızı, geri kalmamamızı öğütlemiştir. Bunu ya­parken, asla taklitçiliğe yönelmememizi iste­miştir.
 
O, Batı'dan alınan her şeyi tıpatıp uygula­maktan yana değildi. Alınan her şeyi kendi bünyemize uydurmamızı isterdi. O, Türk mille­tinin çağdaş dünya içinde yerini alması ve bu çağdaşlığın öncülüğünü yapmasını ister­di. Bunu; "Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız." diyerek be­lirtmiştir.
 
 
TOPLUMSAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR
 
Toplumsal Alanda İnkılâp
 
Atatürk dayanışmaya ve insan sevgisine büyük önem vermiş, yapacağı inkılaplarda çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşmayı ilke edinmiştir.İnkılapları yaparken de Türk milletinin yapısına, gelenek ve göreneklerine, özüne uygun olmasına dikkat etmiştir.Atatürk , toplumsal alanda yaptığı inkılaplarla günlük hayatı kolaylaştırmayı ve milli birliği sağlamayı amaçlamıştır.
 
Kıyafette Değişiklik
 
Osmanlı Devleti zamanında, ülke genelinde belli bir kıyafet birliği yoktu. Devlet adamları, bi­lim adamları, şehirliler, köylüler, memurlar, din adamları ve halk ayrı ayrı kıyafetler giyerdi. Azınlıklar da kendilerine özgü giysiler giyerdi.Bu da toplumda ayrılıklara neden olduğundan mili beraberliğe zarar veriyordu.
 
Atatürk, Türk milletini her alanda olduğu gibi dış görünüşüyle de çağdaş bir toplum hâline getirmek istiyordu. Tüm yenileşme ha­reketlerinde olduğu gibi, kılık kıyafette de kendisi millete öncülük etti. Kastamonu'ya yaptığı gezide, başına şapka giyerek onu halka tanıttı. Fes yerine şapka giymenin da­ha uygun olacağını anlattı. Ankara’ya döndüğünde halk, onu şapka ile karşıladı. 25 Kasım 1925 tarihinde TBMM'de,"Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun" kabul edildi. Giyim kuşamda birlik sağlandı. Türk halkı modern bir görüntüye kavuştu.1934 yılında ise her dinin en üst din adamları dışında dini kıyafetle gezilmesi yasaklandı.
 
Din Kurumlarının Düzenlenmesi
 
Atatürk, dinin ve din kurumlarının kullanılarak halkın sömürülmesine karşıydı. Birer dini kurum olan tekke, zaviye ve türbelerin dini duyguları kullanarak halkın sömürüldüğü yerler olmuştu. Bu nedenle 1925’te çıkarılan bir kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması sağlanmıştır.
 
Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik
 
Osmanlı Devletinin kullandığı takvim, saat, kütle ölçüleri, Avrupa devletlerinin kullandığı ölçülerden farklıydı. Bu da onlarla olan ilişkile­rimizde karışıklık yaratıyordu. Bu karışıklığı ön­lemek amacıyla 1 Ocak 1926'da Hicrî ve Rumi takvim yerine, miladî takvim kullanılmaya başlandı. Ayrıca 24 saatlik zaman diliminin kullanıldığı saat sistemi kabul edildi. 1928 yılında milletlerarası rakamlar kabul edildi.
 
1 Nisan 1931'de çıkarılan bir kanunla da yeni kütle ve uzunluk ölçüleri kabul edildi. Ok­ka yerine kilogram, endaze yerine de metre kullanılmaya başlandı. Böylece, yurdun her yerinde aynı ölçü düzeni kuruldu. Bu yenilik­ler, diğer devletlerle olan ticarî ilişkilerimizi de kolaylaştırmıştır.
 
1935 yılında ise hafta tatili Cuma gününden Pazar gününe alınmıştır.
 
 
Soyadı Kanunu                                                                                                                                                                                     Osmanlı Devletinde kişilerin bugünkü gibi soyadı yoktu. Kişi, babasının adıyla, doğum yeriyle veya herhangi bir özelliğiyle anılıyordu. Bu durum askerlik, okula başlama, tapu ve miras gibi konularda karışıklığa sebep oluyordu. Mustafa Kemal bu durumun düzeltilmesi için çalışmalar yaptırdı. Bütün bu karışıklıkları önlemek amacıyla, 21 Haziran 1934 yılında Soyadı Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla her aile istediği bir soyadını aldı.
 
TBMM, Mustafa Kemal'e Atatürk soyadını verdi. Aynı yıl kabul edilen bir kanunla da "bey, paşa, efendi" gibi unvanlar kaldırıldı.
 
Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
 
Yeni Türk Devleti'nde kurumlar ve kanunlar çağdaşlaşırken kılık ve kıyafetin de düzenlenmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal 24 Ağustos 1 925'te gittiği Kastamonu gezisinde halka şapkayı tanıtarak kıyafetlerde yapılacak değişikliğin bilgisini de verdi. M. Kemal 25 Kasım 1925'te "Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun" çıkardı. Böylece giyim kuşamda da çağdaşlaşma sağlandı.
 
 
Türk Kadınına Verilen Haklar
 
Türk Kadın Hakları
 
Toplumları, kadınlarla erkekler birlikte meydana getirir. Eski Türk toplumlarında ka­dın ve erkek eşit haklara sahipti.
 
Osmanlı Devleti zamanında kadınlar bazı haklarını kaybettiler. Zamanla evlenme ve boşanma, kadınların aleyhine gelişti. Miras­tan pay alma, mahkemede şahitlik yapma vb. alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip olamadılar. Hâlbuki Türk kadını, Kurtuluş Sa­vaşı'nda erkeğinin yanı başında yer almıştı. Sırtında çocuğu ile cepheye mermi taşımak­tan geri kalmamıştı.
 
Atatürk toplumun temeli olan aileye, özellikle ailenin en temel bireyi olan kadınlara önem veriyordu. Atatürk, bu cefakâr kadınlarımızı hiçbir za­man unutmamış, hak ettikleri saygınlığa ka­vuşmalarını istemişti. Erkeklerle cephede omuz omuza savaşan ve her türlü fedakarlığa katlanan kadınlarımızın her alanda erkeklerle eşit olması sağlanmalıydı.Bununla ilgili olarak da kadın hakları konusunda bir çok yenilik yapıldı.
 
1924 yılından itibaren okullarda kız – erkek ayrımına son verilerek karma eğitime geçildi.
 
1925 yılında kabul edilen medeni kanun ile kadın-erkek eşitliği sağlandı.
 
Türk kadınlarına ilk ola­rak 1930'da belediye seçimlerine katılma hakkı verildi. 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma hakkını elde eden kadınlarımız, 1934 yılında anayasada yapılan bir değişiklikle, milletvekili seçme ve seçilme hakkına ka­vuştular.
 
Günümüzde Türk kadınları, dünyacın en gelişmiş ülkelerindeki kadınlarla aynı haklara sahiptirler. Her alanda erkeklerle eşittirler.
 
 
EKONOMİK ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR
 
Ekonomik Alanda İnkılâp
 
Bir ülkenin yükselip çağdaş ve uygar bir toplum haline gelmesini sağlayan en önemli unsur ekonomidir. Ekonomik durumu zayıf olan ülkeler gelişemezler. Osmanlı Devletinin son zamanlarında, ekonomisi iyiden iyiye bozulmuştu. Uzun yıllar süren savaşlar sonucu halk, bitkin ve yorgun düşmüştü. Ülkede yatırımlar durmuş, imar iş­leri yapılamaz olmuştu. Tarım eski tekniklerle yapılıyor, topraklarımız gerektiği gibi ekilip biçilemiyordu.
 
Kapitülâsyonlar sebebiyle endüstri geliş­memişti. Avrupa'nın bol ve ucuz fabrika mal­ları ülkemize geliyordu. Bu nedenle yerli sanayi gelişemiyor, küçük sanatlar birer birer ortadan kalkıyordu. Ticaret yabancıların ve azınlıkların elindeydi. Anadolu'da sadece yabancıların ortak işlettiği demir yolları vardı. Bunlar da yeterli değildi.
 
Millî Ekonominin Kurulması
 
Osmanlı devleti zamanı ekonomi çok kötüydü ve ekonomi tarıma dayanıyordu. Sanayi ise hiç gelişmemiş, ülke ekonomisi büyük ölçüde yabancı tüccarların eline geçmişti. Kurtuluş Savaşı bittiğinde ise ekonomik so­runlarımız dağ gibi yığılmıştı. Vatanımızın her tarafı harap ve yıkılmış durumdaydı. Üstelik Türk milleti yorgun ve yoksul düşmüştü.
 
Bütün bu olumsuzlukların ortadan kaldırıl­ması gerekiyordu. Ekonomiye yön vermek ve ekonomik bağımsızlığımızı kazanmak için ça­reler arayan Mustafa Kemal, İzmir'de İktisat Kongresini topladı (17 Şubat 1923).
 
Toplantı sonunda, öz kaynaklarımıza yönelik ekonomik politika izlenmesi, ucuza gelen Avrupa malla­rının alınmaması kararlaştırıldı. Ancak bu şekil­de davranırsak onlarla rekabet edebilirdik. Bu ilkeyle, millî ekonomimizin temelleri atıldı. Ülke­miz her alanda kalkınmaya başladı.
 
Cumhuriyetin ilanıyla çağdaş bir yönetim şekline kavuşan Türk ulusunun ekonomik alanda da güçlü olması gerekiyordu.
 
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda çoğu ihtiyaç yurt dışından karşılanıyordu. Ekonomik alanda güçlü olmak için ilk adım 17 Şubat 1923' te İzmir'de yapılan İktisat Kongresi ile atıldı. Kongrede ülkemizin kalkınması için yapılması gerekenler tartışıldı. Kongre sonunda Misakı İktisadi (Ekonomi Andı) kabul edildi. Kongrede alınan kararlarla ulusal ekonomimizin temelleri atılmış oldu.
 
Ülkemiz, tarım için çok elverişli topraklara sahip olduğu hâlde ülkemizde tarım geri kalmıştı. Tarım alanında gelişme sağlamak için köylülerden alınan aşar vergisi kaldırıldı (1925). Tarım ve kredi kooperatifleri kuruldu. Tarımda modern makinelerin kullanımına başlandı.
 
Ticaretin gelişmesi için bankalar düşük faizli kredi vermeye başladılar. 1926 yılında Kabotaj Kanunu çıkarılarak denizlerimizdeki gemi işletme hakkı Türk vatandaşlarına verildi. Kapitülasyonlar kaldırıldı.
 
Sanayinin gelişmesi için çeşitli fabrikalar açıldı. Ekonomik gelişmeyi sağlamak için demiryolu, kara yolu ve hava yolu ulaşımına önem verildi.
 
SONUÇ:                                                                                                                                                                                                                                                     Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti ekonomi politikasını belirlerken tarımı, endüstriyi, tica­reti ve bütün bayındırlık işlerini bir bütün ola­rak ele aldı. Bu konuda hızlı bir çalışmaya gi­rildi. İlk önce köylüye çok ağır gelen aşar ver­gisi 1925 yılında kaldırıldı. Çiftçi ve köylünün yararlanması için, kredi kooperatifleri kurul­du. Çiftçilere kaliteli tohum ve damızlık hay­van dağıtıldı. Modern tarım yapılması özen­dirildi. Örnek olarak Atatürk Orman Çiftliği kuruldu. Çay, şeker pancarı gibi endüstri bit­kileri yetiştirilmeye başlandı. Yabancıların elinde bulunan demir yolları devletleştirildi ve yenileri yapıldı. Kara yolları yapımına hız verildi. Türk denizlerinde yük ta­şıma (kabotaj) hakkı, 1926 yılında Türk gemi­lerine verildi. Ayrıca hava yolları ve hava alanları işletmeleri açıldı. Böylece millî ekono­mimiz geliştirildi.
 
Bugün Türkiye’de,   ekonomi alanında önemli bir gelişme görülmektedir. Fabrikaları­mız hızla çoğalmakta, ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını yurt içinden sağlayabilmekteyiz. Endüstri mallarından bir bölümü ihraç edil­mektedir. Kısa bir gelecekte ekonomimiz, ile­ri ülkeler düzeyine ulaşacaktır.
 
 
ATATÜRK İLKELERİ
 
ATATÜRKÇÜLÜĞÜN TANIMI ve ÖNEMİ
 
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ
 
Atatürk'ün Kendi Düşünce Sistemini Oluşturmasına Neden Olan Etkenler
 
Atatürk, kendi düşünce sistemini oluşturur­ken, yaşadığı dönemdeki olaylardan etkilen­miştir.
 
Atatürk gençlik yıllarında, ülkedeki sosyal ve ekonomik durumla yakından ilgilenmiştir. Osmanlı Devletinin yönetimi ile ilgili konular onu hep ilgilendirir ve düşündürürdü. Bu ara­da dünyadaki olayları, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri izlemekten geri durmazdı. Bütün bunları değerlendirerek devletin ve ül­kenin durumu hakkında fikirler üretti. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtarılması için çözüm yolları aradı. Yıkılmak üzere olan Os­manlı Devleti yerine, yeni bir Türk devleti kur­mak için çalıştı. Yeni Türk devletinin millî ege­menliğe dayanması gerektiğine inanıyordu. Tüm bunları yapmak için gerekli olan gücün Türk milletinde olduğunu biliyor ve gücünü milletten alıyordu.
 
Atatürkçülüğün Tanımı, Önemi ve Nitelikleri
 
Atatürkçülük en kısa tanımıyla, Türk toplu­munu her alanda ileriye götürmek ve çağ­daşlaştırmaktır. Atatürkçülük, bir çağdaşlaş­ma düşüncesidir. Bu ise yenilikçi olmayı ge­rektirir. Atatürkçülük, millî egemenliğe dayalı bir düşünce sistemidir.
 
Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri, Atatürk­çülük üzerinde yükselmiştir. Bunların bilinmesi, uygulanması ve benimsenmesi, devletimizin yapısını sağlamlaştıracaktır. Dış etkilere karşı
 
güçlü olmasını sağlayacaktır.
 
Atatürkçülüğün Nitelikleri
 
Atatürkçülüğü meydana getiren ilkeler bir bütündür. Bunlar bir sistemin parçaları ve bir­birinin tamamlayıcısıdır. Çağdaşlığa ve bili­me önem veren Atatürkçülük, millî birlik ve bütünlüğü esas alır. Atatürkçülük, Atatürk tarafından belirlenmiş olan, devlet, ekonomi ve düşünce hayatına ilişkin fikirleri kapsar. Atatürkçülüğü oluşturan nitelikler birbirini tamamlayan bir bütünlük halindedir.
 
Atatürkçülük tam bağımsızlığa sahip olmayı ister. Atatürkçü düşünce sistemi, ulusal idareye dayanır. Bu düşünce sistemi inkılâpçı olmayı gerekli görür. Atatürkçülük gerçekçi ve bilimsel temellere dayanır. Toplumsal, siyasal ve ekonomik açılardan milletin refahını esas alır.
 
Atatürk İlke ve İnkılâplarının Dayandığı Esaslar
 
Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı esaslar şunlardır:
 
Millî tarih bilinci
 
Vatan ve millet sevgisi
 
Millî dil
 
Özgürlük ve bağımsızlık
 
Egemenliğin millete ait olması
 
Millî kültürün geliştirilmesi
 
Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkıl­ması
 
Türk milletine inanma ve güvenme
 
Millî birlik ve beraberlik, ülke bütünlüğü
 
Barışçılık (Yurtta sulh, cihanda sulh)
 
Akılcılık (Hayatta en hakikî mürşit ilimdir.)
 
SONUÇ: Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan Türk Devleti'nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî egemenliğini, kişi özgürlüğünü, çağdaş olmayı amaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan; evrensel ağırlıklı, geleceğe yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkelerin bütününe Atatürkçülük denir.
 
Atatürkçülük, temelleri Atatürk tarafından belirlenmiş bir düşünce sistemidir.
 
Atatürk İlkeleri
 
1.      Cumhuriyetçilik
 
2. Milliyetçilik
 
3. Halkçılık
 
4. Devletçilik
 
5.   İnkılâpçılık
 
6.   Laiklik
 
ATATÜRK İLKELERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
 
1.       Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur.
 
2.                Akla ve mantığa uygundur.
 
3.                Atatürk tarafından hem sözle hem de uygulama ile belirlenmiştir. Dış baskı ve zorlama yoktur.
 
4.                Bir bütündür ve birbirinden ayrılmazlar.
 
 
ATATÜRK İLKELERİ
 
1) Cumhuriyetçilik
 
Cumhuriyetçilik ilkesi yönetimde egemenliğin ulusun elinde olduğunu kabul eden ilkedir. Cumhuriyetçilik ilkesiyle vatandaşların hak ve özgürlükleri anayasa ile güvence altına alınmıştır. Cumhuriyetçilik, Atatürk ilkelerinin en önemlisi ve birincisidir. Demokratik bir yönetim şekli olan cumhuriyet, halk idaresine dayanır. "Türkiye devletinin yönetim şekli cumhuriyettir" ilkesi, anayasamızın birinci maddesidir. Bu madde, anayasamızın değiştirilemez maddeleri ara­sındadır. Cumhuriyette halk, seçtiği milletvekilleri ile yönetime katılır. Milletvekilleri, millet adına ih­tiyaç duyulan kanunları yapar. Yasalar önün­de herkes eşittir, hiç kimse özel haklara sahip değildir. Halk, vekillerini belli süre için seçer. Eğer çalışmalarını beğenmezse, seçimlerde değiştirir. Atatürk, cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiştir. İLKEYE GÖRE;
 
·         Yönetimde demokrasi esastır.
 
·         Ülke halkın seçtiği vekiller tarafından yönetilir.
 
·         Vatandaşların hak ve özgürlükleri devlet koruması altına alınmıştır.
 
·         Devlet işleyişi anayasa ve yasalara göre yapılır.
 
Cumhuriyetçilik ilkesi doğrultusunda 1) TBMM açıldı. 2) Saltanat kaldırıldı. 3) Cumhuriyet ilan edildi. 4) Siyasi partiler kuruldu. 5) kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.
 
 
2) Halkçılık İlkesi
 
Aynı ülkede oturan, aynı kültürü paylaşan insanların tümüne halk denir. Halkçılık ilkesi; devletin vatandaşa, vatandaşın da devlete karşı hak ve sorumluluklarını düzenler. Halkçılık ilkesine göre herkes yasalar önünde eşit haklara sahiptir. Hiç kimseye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık tanınmaz. Bir ülkede oturan, oturduğu yeri vatan bi­len; geleceğini, mutluluğunu o ülkenin ilerle­mesine, yükselmesine bağlamış insan topluluğuna halk denir.
 
Atatürk'e göre halk ile millet birbirinin içe­risinde kaynaşmış ve bir bütün oluşturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. Halkçılık ilkesi ile milliyetçilik ve cumhuriyetçilik ilkeleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Halkçılık, halkın egemenliği ve mutluluğu esasına dayanır. Atatürk'ün bu ilkesinde, herkesin eşit hak ve hürriyetlerden faydalanmasını ve kanun­lar önünde eşit olmalarını sağlamak esastır. Halkçılık ilkesine göre, Türk toplumunda sınıflaşma yoktur.
 
Halkçılık ilkesi doğrultusunda, 1) Türk Medeni Kanunu kabul edildi. 2) Tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. 3) Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 4) Soyadı kanunu çıkarıldı.
 
3) Laiklik İlkesi
 
Laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından tarafsız olması demektir. Laiklik ilkesine göre devlet işlerine ya da politikaya din karıştırılamaz. Herkes istediği dini seçmekte özgürdür. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devlet yönetiminde din kurallarının esas alınmaması demektir.
 
Cumhuriyetten önce padişahlar, din ve devlet işlerini bir arada yürütürlerdi. Laik dev­let anlayışında din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Laiklik ilkesi, akla ve bilime önem verir.
 
Laik devlet anlayışı, din ve vicdan hürriye­ti ile bir arada yürür. İslâm dininde de hoşgö­rü, inanç ve vicdan hürriyeti vardır. İslâm dini, laik düşünceye uygun bir dindir.
 
Atatürk, islam dini ile ilgili görüşlerini de şöyle açıklamıştır: "Hangi şey akla, mantığa uygunsa biliniz ki o, bizim dinimize de uy­gundur. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uy­gun bir din olmasaydı, en olgun ve son din olmazdı." Laiklik ilkesi ile toplumumuz çağdaş bir ya­pıya kavuştu. Laiklik, cumhuriyet ve demokra­sinin gelişip güçlenmesini, inkılâpların korun­masını sağladı.
 
Laiklik ilkesi doğrultusunda, 1) Saltanat kaldırıldı. 2) Halifelik kaldırıldı. 3) Tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. 4) Medreseler kapatıldı.
 
 
4) Milliyetçilik İlkesi
 
Atatürk'ün Milliyetçilik ilkesi ulusal kişilik ve benlik duygusunun bir ifadesidir. Atatürk "Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında ırkçılık yoktur. Ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür." derken ulus kavramını ön plana çıkarmıştır. Atatürk milliyetçiliği barıştan yanadır ve insana değer verir. Kişinin milletini, vatanını, devletini, bayrağını her şeyin üstünde tutması, sevmesi ve yüceltmeye çalışmasına milliyetçilik denir. Ata­türk'ün milliyetçilik anlayışı da bu doğrultuda, devlet ve millet hayatıyla ilgili her konuda mil­lî sorumluluk duygusu içinde bulunmaktır.
 
Atatürk'ün milliyetçilik ilkesi, kendini aynı milletin üyeleri sayan kişilerin, o milleti yücelt­me isteğinde olmasıdır. Dini, dili ne olursa ol­sun, kendini Türk hisseden her insan Türk'tür.
 
Bir toplumun millet olabilmesi, milliyetçilik ilkeleri ile oluşur. Kurtuluş Savaşı'nın kazanıl­masında milliyetçilik çok büyük rol oynamıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı ve Türk inkılâbını, dünya milletleri arasında kaybolup yok ol­mamak için yapmıştır.
 
Milliyetçilik doğrultusunda; 1) TBMM açıldı. 2) Saltanat kaldırıldı. 3) Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi. 4) Harf inkılâbı kabul edildi. 5) Türk Tarih Kurumu kuruldu. 6) Türk Dil Kurumu kuruldu.
 
 
5) İnkılâpçılık İlkesi
 
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşüyle uygar bir toplum hâline ulaştırmaktır." diyen Atatürk, inkılâplarıyla Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesine yükseltmiştir." İnkılâp, kelime anlamı olarak devrim, de­ğişiklik demektir. Türk milletinin gelişmesini ve güçlenmesini sağlayan bütün yenilikler Türk inkılâbının sonucudur, inkılâpçılıkta geriye dönüş yoktur. Hep ileriye yönelmeyi, değiş­meyi ve gelişmeyi ifade eder.
 
Atatürk, her şeyden önce, çağdaş değer­leri benimsemiş bir toplum meydana getir­mek istiyordu. "Dünya'da her şey ilerlemek­te; Türk milleti de bu ilerlemeye ayak uydur­malıdır." diyordu. Onun inkılâp ve ilkelerinin temel felsefesi, "Hayatta en hakikî mürşit ilimdir." sözü ile açıklanabilir. Türk inkılâbı, gerçeklere ve çağdaş uygar­lığa asla ters düşmemiş, ülkeyi çağdaşlığa yöneltmiştir. Atatürk inkılâpları, ilmin ve aklın ışığında uygarlığa doğru atılmış bir adımdır.
 
İnkılâpçılık, Atatürk ilkelerine canlılık ve sü­reklilik kazandırır. Bizler, atılmış bu adımları da­ha ileri götürmeli, Atatürk ilke ve inkılâplarına sahip çıkmalıyız.
 
Yapılan bütün inkılâplar, inkılâpçılık ilkesi gereği olarak yapılmıştır.
 
 
6) Devletçilik İlkesi
 
Devletçilik; devletin ekonomi hayatında yer almasıdır. Devletçilik ilkesi ekonomik kalkınmayı, sosyal ve kültürel gelişmeyi temel alır. Bu ilkede devlet ve vatandaş, iş birliği içinde çalışarak ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlayacaktır. Devletçilik ilkesiyle ülkemizde sanayi kuruluşlarının sayısı arttı. Devlet, özel sektör şirketlerine yardım ederek ekonomik gelişmeyi sağladı. Atatürk'ün devletçilik anlayışı, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin içinde bulunduğu şartların tabii bir sonucu olarak doğmuştur. Bu ilkenin amacı, Türk toplumunun kalkınmasını, refaha kavuşmasını ve mutlu olarak yaşamasını sağlamaktır. Bunun gerçekleşmesi de güçlü bir ekonomik yapıyla mümkündür. Kurtuluş Savaşı sonrasında Türk Devleti, ekonomik bakımdan geri kalmıştı. Uzun savaşlar vatandaşı yormuş, elinde sermayesi kalmamıştı. Yeni iş yerleri açılamıyordu. Yeni Türk devletinin, bu güçlükleri yenmesi gerekiyordu. Bu nedenle devletçilik ilkesi, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğdu. Aynı zamanda kendine özgü bir ekonomik siyaset olarak gelişti. Devletçilik sisteminin gelişmesiyle, Türkiye birçok sanayi kuruluşuna kavuştu. Çeşitli fabrikalar açıldı. Özel teşebbüs sahiplerinin ekonomiye katılımları sağlandı. Demir yollarımız yabancı işletmecilerden alınarak millileştirildi.
Madenlerimizi kendimiz işletmeye başladık. Böylece Türk ekonomisi hızla gelişmeye başladı.
 
Devletçilik doğrultusunda, 1) İzmir İktisat Kongresi toplandı. 2) Sümerbank ve Etibank gibi devlet bankaları kuruldu. 3) Karabük demir – çelik fabrikası kuruldu.
 
 
 
 
 
 
Atatürk, bütün hayatını Türk halkına adamıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni daha çağdaş bir duruma getirebilmek için hiç dur­madan çalışmıştır. 1938 yılında çıktığı Bursa gezisi sırasında hastalandı. Doktorlar bu hastalığın din­lenmeyle atlatılabileceğini söyledi. Atatürk biraz dinlendikten sonra çalışmalarına devam etti. 19 Mayıs 1938'de Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerini izledikten sonra güney illerinde incelemeye çıktı. Bu gezi Atatürk'ü çok yordu. Dinlenmek ve tedavi olmak için İstanbul'a gitti.İstanbul’da uzman doktorların muayenesi sonucunda karaciğerlerinden hasta olduğu anlaşıldı.1 Haziran 1938'de Atatürk "Savarona" yatında kalıp dinlenmeye başladı. Devlet işlerini buradan yönetti. 4 Temmuz 1938'de Hatay bağımsız bir devlet hâline geldi. Bu çalışma sonrasında Atatürk ciddi şekilde rahatsızlandı.8 Kasım 1938'de hastalığı normal seyirden çıkarak durumu ağırlaştı. Atatürk 9 Kasım gecesini koma içinde geçirdi. 10 Kasım 1938 günü saat dokuzu beş geçe büyük önder hayata gözlerini yumdu.
 
Atatürk'ün ölüm haberi tüm yurtta ve diğer ülkelerde büyük bir üzüntü meydana getirdi. 19 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı'ndan alınan naaşı, büyük bir törenle Gülhane Parkı'na getirildi. Buradan Ankara'ya götürüle­rek, Etnografya Müzesi'nde hazırlanan geçi­ci kabre yerleştirildi. 19 Kasım 1938'de Yavuz zırhlısına konan cenaze önce İzmir’e, oradan da trenle 20 Kasım 1938'de Ankara'ya getirilerek Etnografya Müzesi'ne konuldu. 10 Kasım 1938'te Etnografya Müzesi'nden alınan naaşı büyük bir törenle Anıtkabir'e nakledildi.
 
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü, milleti­mizi derin bir acıya boğdu. Ölüm haberi ge­rek yurt içinde, gerekse yurt dışında geniş yankılar uyandırdı


 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol